Abdulvahid b. Ziyad (Zeyd) :
Tebe-i tâbiîn devrinde
Basra’da yetişen meşhûr hadîs, fıkıh âlim ve evliyâlarından. Adı Abdülvahid bin
Ziyâd’tır. Doğum ve vefât târihleri kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, meşhûr
hadîs âlimi Buhârî (r.a.) Abdülvahid bin Ziyad’ın Basra’da yaşadığını, burada
hadîs ve fıkıh ilmi tahsil ettiğini, 189 (m. 805) târihinde vefât ettiğini
bildirmektedir. 186, 187 (m. 802)’de de vefât ettiği rivâyet edilmiştir.
Abdülvahid bin Ziyad
hazretleri, Tâbiîn devrinde meşhûr hadîs ve fıkıh âlimleri olan, Ebû İshâk,
A’meş, Âsım-ül-Ahval, Sâlih bin Han, Amr bin Meymun, Ebû İshâk Şeybanî gibi
âlimlerin sohbetlerinde bulundu. Onlardan hadîs ve fıkıh ilmi öğrenerek kendini
yetiştirdi. Tebe-i tâbiîn devrinde Basra’da yetişen meşhûr hadîs ve fıkıh
âlimlerinin ileri gelenleri arasında yer aldı. Abdülvahid bin Ziyad, devamlı
ilim öğrenmekle ve ibâdet yapmakla zamanını geçirirdi. Hadîs ilminde sika bir
râvi olduğunu Yahyâ bin Sa’îd ve birçok âlim bildirmektedir. Rivâyetleri
kütüb-i sittede yer alır.
Öğrendiği bütün ilimleri
hemen çevresindeki insanlara öğretmeye çalışırdı. Öğretmek için vakit
geçirmezdi. Cuma namazından sonra evinin çevresi hadîs ve fıkıh öğrenmek
isteyen talebelerle dolardı. Bıkmadan, yorulmadan saatlerce onlara ilim öğretir
ve yetişmelerini isterdi. Bir dakikasının boşa geçmesini istemez, “yâ öğrenir
veya öğretirdi.” Sadece namaz vakitlerinde ilim öğrenmeye ve öğretmeye ara
verdiği, talebeleri tarafından anlatılmaktadır.
Abdülvahid bin Ziyad
(r.a.), çok talebe yetiştirdi. Hadîs ve fıkıh ilminde zamanlarının söz sahibi
olan Abdurrahman bin Mehdî, Kays bin Havs, Yahyâ bin Yahyâ en-Nişâbûrî gibi
âlimler ondan ders alarak sohbetinde bulundular ve çok istifade ettiler.
Abdülvahid bin Ziyad
(r.a.), Tebe-i tâbiîn devrinde Basra’da yetişen âlimler arasında, dünyâya değer
vermemesi, devamlı ibadet ve ilimle meşgul olması, herkese iyilik etmesi ile
dikkati çekerdi. Herkes onu sever ve hürmet ederdi. Yaşayışı ve hikmetli
sözleriyle birçok kimsenin doğru yola girmesini sağlamış ve herkese örnek
olmuştur.
Abdülvahid bin Ziyad şöyle
anlatır: “Bir rahibin inziva odasına uğradım. İki defa “Ey Rahib” diye
kendisine seslendim, fakat cevap vermedi. Üçüncüde başını çıkardı ve “Ey adam
ben rahib değilim. Rahib Allahü teâlâ’dan korkan, O’na saygı gösteren, belâsına
sabredip, kazasına râzı olan, nimetlerine şükredip onun için tevazu gösteren,
izzet karşısında zilleti kabul eden, kudretine teslim olup heybet ve azameti
karşısında eğilen hesab ve azabını düşünen, gündüzünü oruç, gecesini ibâdetle
geçiren, Cehennemi hatırladıkça uykusu kaçan kimseye denir. Ben ise saldırgan
bir köpeğim, insanlara zararım dokunmasın diye kendimi buraya habsettim.” dedi.
Ben bunun üzerine, “Ey Rahib! Allahü teâlâ’yı bildikten
sonra insanları Allahü
teâlâ’dan uzaklaştıran şey nedir?” diye sordum. Rahib; “Kardeşim! İnsanları
Allahü teâlâ’dan ancak dünyâ malı ve sevgisi uzaklaştırır. Çünkü dünyâ isyan ve
günah yeridir. Aklı başında olan dünyâyı kalbinden çıkarıp, günahlarına tevbe
ederek kendisini Allahü teâlâ’ya yaklaştıracak şeye yönlendirir” diyerek daha
önce kendisinin îmân ettiğini söyledi.”
Abdülvahid bin Ziyad’ın
(r.a.) en büyük özelliği: “Allahü teâlâ’ya karşı olan kusurlarından dolayı çok
üzülürdü. Ona bütün insanlığın yaptığı ibâdet kadar ibâdet yapsak Allahü
teâlâ’nın bize verdiği hizmetlere karşı gene şükrümüzü yerine getiremeyiz”
derdi.
Muhammed bin Abdullah
buyurdu ki, ben bir defasında gördüm ki Abdülvahid bin Zeyd hazretleri şöyle
buyurdu: “Kim ki, kendi midesini harâm şeylerden koruyabiliyorsa, O kimse
dinini ve güzel ahlâkını muhafaza edebilir. Kim ki kendi karnını harâm
şeylerden koruyamıyorsa, ne dinini ne de güzel ahlâkını muhafaza edemez.”
Abdülvahid bin Ziyad
anlatıyor: “Hacca gitmiştim. Yanımda bir genç durmadan Peygamber efendimize
(s.a.v.) salât-ü selâm getiriyordu. Bazı yerlerde okunması daha uygun duâlar
olduğu halde, genç her yerde duâ yerine salevât okuyordu. Bu dikkatimi çekti.
Bu durumu kendisine sordum. Genç şöyle anlattı: “Babam ile birlikte hacca
gelmiştik. Yolda uyudum. “Kalk baban
öldü” dediler. Kalktım baktım ki, babam ölmüştü. Aynı zamanda yüzü de
kararmıştı, ölümü ve ayrıca yüzünün kararması beni daha çok üzdü. Bu üzüntü
esnasında tekrar uykuya daldım. Bu sırada rüyamda dört siyahînin ellerinde
demir kamçılar olduğu halde babama yaklaştıklarını ve tam vuracakları sırada
yüzü nurlu bir zatın geldiğini ve
onlara dönerek “Vurmayın”
dediğini ve eli ile babamın yüzünü sıvazlayarak nurlandırdığını ve “Artık uyan,
baban nurlanmıştır” dediğini gördüm. “Sen kimsin?” diye sorduğumda, “Ben
Peygamberim, bana salevât getirdiği için ona şefâat ettim” dedi. Uyandım,
durumu düzelmiş gördüm. Bunun için ben de salevât-ı şerîfeyi okumaya devam
ediyorum.” dedi.
Fudayl bin İyâd buyurdu ki:
Ben Abdülvahid bin Ziyad hazretlerinden şöyle işittim. Buyurdular ki;
“Ben üç gece üst üste
yatarken şöyle duâ ettim: Yâ Rabbi, benim Cennetteki arkadaşım kimdir bana
göster. Üçüncü gecede rüyamda bana denildi ki: Yâ Abdülvahid bin Zeyd, senin
Cennet arkadaşın Meymunetu Sevda’dır. Ben de dedim ki. Peki Meymunetu Sevda
nerededir? Bana denildi ki; Kûfe’de Benî Fulan kabilesindendir. Ben de hemen
kalkıp Kûfe’ye gittim o kabilenin yerini sordum. Kabiledekilere Meymunetu
Sevda’yi sual ettim. Bana o delinin birisidir, bizim birkaç koyunumuzu
otlatmaya götürür
dediler. Ben görmek istediğimi
söyleyince, şimdi falan yerdeki hanın yanındadır dediler. Hanın yanına gidince
gördüm ki Meymunetu Sevda namaz kılıyor, yanında bir asa ve üzerinde yünden bir
cübbe vardı. Baktım ki koyunları orada otluyor ve hayvanların yanında birkaç
tane kurt koyunlara zarar vermeden dolaşıyordu. Beni fark ettiğinde namazını
bitirdi ve bana dönerek “Yâ İbn-i Ziyad sen buradan git, burası senin yerin
değildir. Biz seninle burada değil sonra birleşeceğiz” dedi. Bunun üzerine ben
ona “Allah sana rahmet etsin. Sen benim İbn-i Ziyad olduğumu nereden bilirsin”
dedim. Bana, “Daha ruhlarımız
dünyâya gelmeden ben senin
İbn-i Ziyad i olduğunu bilirdim” dedi. Ben ona; “Bana biraz nasîhat et” dedim.
Bana “Bir kimse sana bir şey verdiği zaman ona nasıl teşekkür
edersin. Halbuki Allahü
teâlâ’nın verdiği bu kadar nimete karşılık neden şükredilmiyor. Sana iyilik
edene o iyiliği veren ve yaratan yine Allahü teâlâ’dır. Ona göre bütün hamd ve
şükürleri Allahü teâlâ’ya yapmak lâzımdır.” Ben ona; “Görüyorum ki koyunların
düşmanları olan kurtlar gelmişler ve onların arasında dolaşırlar. Bu hal nasıl
oluyor?” diye suâl ettim.
Bana; “Yâ İbn-i Ziyâd, ben
Allahü teâlâ’ya öyle ibâdet ederim ki, benimle onun arasında hiçbir duvar
kalmamıştır. Bunun için kurtlarla koyunların arasındaki düşmanlık kalkmış olup,
dostluk başlamıştır” diye cevap verdi.
Buyurdular ki: “Bir insanın
günahları çok ise ve o da iyilikten bahsetse, onunla iyiliğin arasında bir
deniz kadar uzaklık vardır.”
“Muhakkak ki herşeyin bir
kestirme (yakın) yolu vardır. Cennetin kestirme yolu da cihâd yapmaktır.”
“Kul için ancak bilerek ve
huzur içinde kıldığı namazın sevabını alacağında, İslâm âlimleri ittifak etti.”
“Eğer nefsinizde Allahü
teâlâ’ya karşı yaptığınız ibâdetlerde bir isteksizlik ve tenbellik
hissederseniz bir süre kuvvetli ve iyi yemekleri yemeği bırakınız. Tuz ve
ekmekle yetinmeye çalışınız. Oruç tutunuz. Bu şekilde yapmanız vücudunuzdaki
bazı yağları ve fazlalıkları erittiği gibi Allahü teâlâ’yı hatırlamanızı
arttırır.”
“Kulun Allahü teâlâ’ya
karşı takip edeceği en güzel edeb hali, Onun emirlerinin hepsine tereddütsüz
boyun eğerek itâat göstermesidir. Allahü teâlâ onu bu haliyle dünyâda
bırakırsa, bunu kendisine en hayırlı ve sevimli şey olarak kabul etmeli. Şayet
ahirete götürürse (ruhunu alırsa; bunun da Allahü teâlâ’nın emri olduğunu kabul
ederek, kendisine en tatlı bir iş gelmeli.”
Ebû Dâvûd ve Tirmizî’nin
bildirdiğine göre şu hadîs-i şerîfi rivâyet etmiştir:
“Her kim şartlarına riâyet
ederek abdest alırsa tırnaklarının altı da dâhil olmak üzere vücudunun bütün
âzâlarından günahları dökülür.”
“Taûndan ölen kimse
şehîdtir.”
Kaynaklar:
-----------------
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-6,
sh-155
2) Tehzîb-üt-tehzîb cild-6,
sh-434
3) Tezkiret-ül-huffâz
cild-1, sh-258
4) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-7, sh-289